Şüpheli konularda başka bir delil bulunmadığında ihtiyat, müstakil bir delil olarak kabul edilir. Hem mubah hem de haram olma ihtimali bulunan bir meselede, haram olma ihtimalini dikkate alarak ondan uzak durmak, kişiyi haramdan korur. Şayet mesele mubah ise mükellef için bir vebal bulunmaz ve bu da kalbin tatmin olmasını sağlar (Ali İhsan Pala, İslâm Hukukunda İhtiyat İlkesi, s. 45-46; s. 262-263).

Bir hadis-i şerifte, “Helâl olan şeyler de haram olan şeyler de bellidir. Bu ikisinin arasında, her ikisine de benzeyen bir kısım şüpheli şeyler vardır ki, insanların çoğu bunları bilmez. Her kim ki bu şüpheli şeylerden sakınırsa, dinini ve ırzını korumuş olur” buyrulmaktadır (Buharî, “Îmân”, 39; “Büyû’”, 2; Müslim, “Müsâkât”, 107, 108).

Diğer hadisler de şüpheli şeylerden kaçınmayı teşvik eder:

“Kul, günah tarafı olan şeylerden kaçına kaçına, günah tarafı olmayan şeylerden bile kaçınır hâle gelmedikçe, müttakiler seviyesine ulaşamaz” (Tirmizî, “Kıyâmet”, 19);

“Seni kuşkuya düşüren şeyleri terk ederek, seni şüphelendirmeyen şeylere geç” (Buharî, “Buyû’”, 3);

“Günah, gönlü rahatsız edip tırmalayan şeydir” (Müslim, “Birr”, 14).

Hz. Ömer de, “Biz harama düşme endişesiyle helâlin onda dokuzunu terk ederdik” diyerek sahabenin bu konudaki titizliğini ifade etmiştir (Münâvî, et-Teysîr bişerhi’l-Câmii’s-sagîr, 2/971).

Bu hadisler, fertleri kanaat-i vicdaniye ve şahsî tercihleriyle baş başa bırakarak, dinî hayatlarında daha hassas yaşamaya teşvik eder. Bu nedenle, ihtiyat ve şüpheli şeylerden kaçınma, takva ve vera kavramlarıyla yakından ilişkilidir.