İslâm, yeme ve içme konusunda hayatı koruyucu tedbirler getirmiş ve insana zararlı olan gıdaları haram kılmıştır. Allah’ın helâl kıldığı maddelerin insan için faydalı, haram kıldıklarının ise zararlı olduğu söylenebilir. İnsan bünyesine veya ruh sağlığına zarar veren gıdaların yenilip içilmesi caiz değildir. Örneğin, akrep ve yılan gibi zehirli hayvanlar veya bozulmuş yemekler insana zararlı olduğu için caiz değildir. İster hayvan, ister bitki, isterse maden kökenli olsun, insana zarar veren her türlü gıdanın alınması caiz olmayacaktır. Küçük ve önemsiz zararlar dikkate alınmaz ve bu tür zararlar, zarar vermenin haram olduğuna dair umumî hükümden istisna edilmiştir (Hilâlî, Kaidetü lâ darara velâ dirâra, 1/293). Zarar ve faydanın iç içe bulunduğu durumlarda ise hangisinin baskın olduğuna bakılır. Fayda zarardan fazla ise helâl, zarar faydadan fazla ise haram olarak hükmedilir (Sübkî, el-Eşbâh ve’n-nezâir, 1/123). Zarar ve faydanın eşit olduğu durumlarda ise, “Def-i mefasid celb-i menafiden evlâdır” kaidesi gereğince söz konusu fiilin caiz olmadığına hükmedilir (Mecelle, md: 30).
Gıdaların zararlı olup olmadığını tespit etmek her zaman kolay olmayabilir, özellikle gıdaların çok çeşitlendiği ve karmaşık bir hâl aldığı günümüzde. Dolayısıyla, fıkıh ilmiyle meşgul olan araştırmacılar, konuyla ilgili müsbet ilimlerin ve uzman kişilerin elde ettikleri araştırma sonuçlarını dikkate alarak hüküm vermelidir. Gıdalarla ilgili uzun araştırmalar ve tecrübeler sonucunda elde edilen ve kanun maddesi hâline getirilmiş ölçü ve kriterlerin gözetilmesi, sadece merî hukukun bir gereği değil, aynı zamanda dinî bir mes’uliyettir. Zira Yüce Allah, “Şayet bilmiyorsanız, ilim sahiplerine sorunuz.” (Nahl sûresi, 16/43) buyurarak, bilgi sahibi olunmayan konularda uzman kişilere başvurulmasını emretmektedir. Eğer herhangi bir gıda maddesi, yetkili makamlarca belirlenen aralıkların dışında zararlı maddeler içeriyorsa, bu gıdaların caiz olmadığı anlaşılmış olur. Bu nedenle Müslümanlar, mümkün olduğunca temiz ve zararsız gıda tüketmeye özen göstermelidir (Tavîle, Fıkhu’l-et’ime, s. 30).